Hayalet (fantom) uzuv vakaları, uzuv
kesilmesi (ampütasyon) sonrası oldukça yaygındır. Türlü nedenlerle
el/ayak/bacak gibi uzuvlar kesildikten sonra, insanlar “olmayan”
ellerini/ayaklarını/bacaklarını hissederler. Bu his genellikle ağrı
şeklindedir. Bazılarında kaşıntı şeklinde olabildiği gibi çok çeşitli
şekillerde ortaya çıkabilir. Burada ilginç olan nokta ise şu: İnsanlar “olmayan”
ayaklarını “var” hissediyorlar ve hatta bu “olmayan” ayağın ağrıdığını
“gerçekten” hissediyorlar, “olmayan” ayağın ağrısından ciddi ciddi rahatsız
oluyorlar.
“Olmayan” bir ayağın ağrısı
sağduyumuza (sağduyumuzun bizi hayatta tutmak için oluşmuş basit bir araç
olduğunu bir yazıda detaylıca anlatmıştım: Kötülük var mı ki sorunu olsun?) her ne kadar aykırı olsa da tıbbî
literatüre biraz göz attığınızda, bunun şüphe götürmez şekilde var olabildiğini
fark edersiniz.
Bu gerçek bende, sağ bacağı dizinin hemen altından kesilen Metin B.’yi ameliyatından sonraki bir hafta boyunca takip etmemle çok daha iyi yer etti. Çünkü ayağın kesilmesinin ertesi gününde kendisine “olmayan” ayağının ağrıyıp ağrımadığı gibi “saçma” sorumu heyecanla “evet, ağrıyor, nereden bildiniz” diyerek yanıtlamış, üstüne üstlük “başparmağımın arası çok kaşınıyor” demiş ve bu kaşıntıyı, ayağını sanki varmış gibi düşünüp “olmayan” başparmağının hemen bitişiğindeki “olmayan” parmak arasını kaşır gibi yapmak suretiyle bir nebze de olsa geçirdiğini söylemişti.
Bu gerçek bende, sağ bacağı dizinin hemen altından kesilen Metin B.’yi ameliyatından sonraki bir hafta boyunca takip etmemle çok daha iyi yer etti. Çünkü ayağın kesilmesinin ertesi gününde kendisine “olmayan” ayağının ağrıyıp ağrımadığı gibi “saçma” sorumu heyecanla “evet, ağrıyor, nereden bildiniz” diyerek yanıtlamış, üstüne üstlük “başparmağımın arası çok kaşınıyor” demiş ve bu kaşıntıyı, ayağını sanki varmış gibi düşünüp “olmayan” başparmağının hemen bitişiğindeki “olmayan” parmak arasını kaşır gibi yapmak suretiyle bir nebze de olsa geçirdiğini söylemişti.
Böyle ilginç (yani
sağduyuya aykırı) gerçeklere kitaplardan okuyarak inanabiliyorsunuz, evet, ama
bizzat yaşayanı görmek daha çarpıcı oluyor ve insana çok değişik ufuklar
açıyor. İşte bu yazı da o açılan ufkun getirisi olacak. Ama öncesinde birkaç
ayrıntıyı halletmemiz, yani ön kabullerimizi aşmamız, yanılgılarımızı
kucaklamak gibi zor işleri birlikte başarmamız gerekiyor.
“Olmayan” ayağın ağrısını tecrübe etme
vakaları çeşitli teorilerle açıklanmaya çalışılmış. Beyinde her uzvun temsil
edildiği müstakil alanların mevcut olduğu bilgisinden yola çıkan
araştırmacıların bu konudaki genel kanısı, beyindeki ayak bölgesinin, ayağın
vücutla irtibatının kesilmesi sonrasında bir anda kaybolamadığının ve aniden
kaybolamayan bu bölgedeki sinirsel tetiklenmelerin “olmayan” ayağın (ağrı/kaşıntı
gibi) çeşitli duyularının oluşmasına neden olduğu yönünde.
İnsan, beyninde yıllarca yer etmiş
ayağın varlığını, ayağın kendisinin aniden yok olmasından sonra bir anda yok
sayamıyor. Çünkü insan, ayağının artık “olmadığı” bilgisini bilişsel olarak kabul
etse de beyninde yer alan “ayak” bölgesini bir anda silip atamadığı için “ayağı
hissetme tecrübesi”ni yaşıyor.
Peki, “gerçekte” ayağı var mı yok mu?
Bu soruyu rahatça “yok işte, kesmiş atmışlar, görmüyor musun” diye
yanıtlıyorsanız ve rahatınızı da bozmamaya kararlıysanız, yazının bundan
sonraki kısmını okumamanız isabetli olacaktır. Ama durun, kimse annesinin
karnından bütün yanılgılarını yok etmiş halde çıkmadı, aksine hepimiz, gün
geçtikçe gördüklerimizin çoğunu kabullendik ve onlara sımsıkı bağlandık.
Aramızdan sadece az bir kısmı bu yanılgılarla yüzleşti. Yanılıyor olabilmenin
verdiği korkutucu hissi biraz olsun bastırabilirseniz, sağduyunuzun verilerini
temel alarak bugüne kadar mutlak doğru kabul ettiğiniz her şeyden
vazgeçebilecek cesarete kavuşabilir ve böylelikle bilinmeyen adlı canavarı
cesur bir kâşif bakışıyla sevimli bir canavara dönüştürüp kucaklayabilirsiniz.
Böyle yaparak prangalarınızı söker atarsınız, biraz daha özgürlük fenâ mı olur?
Hâlâ burada olduğunuzu görüyorum. Ne
demiştik? “Olmayan” ayağının ağrıdığını hisseden adamın ayağı “gerçekte” var
mı? Bu hatalı bir soru, çünkü “gerçekte” şeklindeki ibarenin “kime göre
gerçekte -hatta kimin hangi (bilişsel/tecrübi vs.) bilgisine/algısına göre
gerçekte-” olduğunu belirtmediğiniz sürece bu soru havada kalacaktır.
Ayağı kesen cerraha göre ayak yok
(çünkü kendisi kesip attı). Adamın oğlu “babamı yıllardır tanırım, bunca yıldır
sağ tarafında da bir ayak vardı aslında, ameliyattan geldiğinden beri o ayağı
çok aradım ama göremedim, yerinde yok” diyor. Demek ki adamın oğluna göre de
ayak yok. Adamın yanına sizinle beraber gittik diyelim, bize göre de ayak yok
(çünkü ayak, olması gerektiğini düşündüğümüz yerde değil). Peki, bütün bunlar
“gerçekte ayak yok” demek için yeterli mi?
“Yeterli işte, o kadar adam aynı şeyi söylüyor, daha ne istiyorsun” diyorsanız “çoğunluk nasıl algılıyorsa gerçek olan odur” gibi çürük bir ön kabulünüz var demektir. Çoğunluk, su dolu bardaktaki kalemin kırık olduğunu da söyler ama sadece “su, ışıkta kırılma meydana getirir ve bu yüzden kalem kırık görünür” bilgisine sahip olduğu için en azından bu küçük yanılgısını yok etme başarısını gösterir ve hayatındaki diğer yanılgılarla mutlu mesut yaşamaya devam eder. Verdiğim örneğin alakasız olduğunu düşünmeye devam edin siz, ben yazıya devam edeyim.
“Yeterli işte, o kadar adam aynı şeyi söylüyor, daha ne istiyorsun” diyorsanız “çoğunluk nasıl algılıyorsa gerçek olan odur” gibi çürük bir ön kabulünüz var demektir. Çoğunluk, su dolu bardaktaki kalemin kırık olduğunu da söyler ama sadece “su, ışıkta kırılma meydana getirir ve bu yüzden kalem kırık görünür” bilgisine sahip olduğu için en azından bu küçük yanılgısını yok etme başarısını gösterir ve hayatındaki diğer yanılgılarla mutlu mesut yaşamaya devam eder. Verdiğim örneğin alakasız olduğunu düşünmeye devam edin siz, ben yazıya devam edeyim.
Ayağının var olup olmadığını ayağın
sahibine yani Metin Bey’e -ki en iyi o bilecektir bunu, sonuçta ayak adamın
ayağı- soralım ama senaryoyu biraz değiştirerek soralım.
Diyelim ki ameliyat öncesine gittik ve
Metin Bey’in ayağının kesileceğinden haberi yok. Kendisini ilaçla uyutuyoruz,
haberi yokken ayağını aynı şekilde kesiyoruz, hemen akabinde gözlerini ve
ellerini bağlayıp kestiğimiz ayağın Metin Bey’de kalan bacak kısmını da bir
yere temas etmesini mümkün olduğunca engelleyecek şekilde, iple tavana astıktan
sonra (bütün bunları, ayağının olmadığı yönündeki bilişsel bilgisinin yani
sağduyusunun onu yanıltmasını engellemek için yaptık) kendisini uyandırıyoruz.
Metin Bey, büyük ihtimalle, “olmayan” sağ ayağında bir ağrının olduğunu hissedecek
ve onu soktuğumuz saçma durumu yok sayabilirse eğer, “ayağın var mı” sorusuna
yanıt olarak, “dalga mı geçiyorsunuz, tabii ki var, ağrıyor hem de” diyecektir.
Yani Metin Bey’in ayağı, Metin Bey’e yani ayağın sahibine göre var. Kim doğru
söylüyor? Ayağın sahibi mi biz mi?
Senaryosuz versiyona yani normal
hayata bakalım şimdi. Metin Bey ayağının kesileceğini biliyordu, ameliyata
girdi, ameliyattan çıktıktan sonra da ayağının olmadığını gördü. Ona bu durumda
“ayağın var mı” sorusunu sorduğumuzda muhtemelen bize “aslında bana göre de
ayak yok çünkü baktığımda göremiyorum, dokunmak istediğimde dokunamıyorum ama
hissediyorum işte, hatta parmak aram kaşınıyor” diyecektir.
Anlaşılan Metin Bey
de sizden biri, “görüyorsam/dokunuyorsam gerçektir, bunlarla algılayamıyorsam
gerçek değildir” gibi çürük bir an ön kabulü var tıpkı sizin gibi.
Oysa -eğer gerçekliği bir şeyleri
deneyimleme bakımından ele alırsak- Metin Bey’in ayağının kaşıntısı ve varlığı,
var olduğuna kesin olarak inandığı birkaç bin kilometre ötemizdeki uydumuz
Ay’ın varlığından daha gerçek. Bir ayağı ve o ayağın ağrısını deneyimliyor, bu
Metin Bey’e göre kesin; sadece görme ve dokunma duyusu bunun aksini söylediği
için “ayağım yok” diyor. Yani Metin Bey’in bilişsel bilgisi “yok”derken; anbean
tecrübe ettiği gerçek, “ayak var, var ki kaşınıyor” diyor. Metin Bey neden
deneyimlediği/hissettiği şeyi değersiz görüp görsel yolla elde ettiği bilişsel
bilgisine güveniyor acaba?
Ayağın sahibi de dâhil olmak üzere
herkesi dinledik. Bizim ve Metin Bey’in oğlu gibi dış gözlemciler “ayak yok”
derken Metin Bey’in kendisi de oyunu “ayağım yok”tan yana kullanmasına rağmen
bir tarafı “ayak var” diyor. Bunca bölünmüşlük içinde “gerçekte” ayak var mı
yok mu? Bu soruya hâlâ bir çırpıda olumlu ya da olumsuz yönde bir cevap
veriyorsanız, yazının bundan sonraki kısmını büyük ihtimalle anlamsız
bulacaksınız, bana “ukala” deyip çıkmak için hâlâ vaktiniz var, ama sizi bu
kötü sözlerinize rağmen hâlâ seviyorum. Neyse, biz devam edelim. Ufuk açıcı
kısma ise az kaldı, geleceğiz.
“Metin Bey’in ayağı gerçekte
vardır/yoktur” gibi bir cümle kuramayız. Bunu, üzerinde daha önce hiç
düşünmeyene anlatmak zor ama çabalayalım yine de. Kuramayız çünkü varılan her
hüküm, evrendeki biz gözlemci ve deneyimleyicilere göre verilmiştir. Kurulacak
her cümle “bana/sana/ona/bize/size/onlara göre var/yok” şeklinde olacaktır.
“Gerçeğe göre var/yok” diyebilecek hiç kimse yoktur. Olması için, evrenin
dışından bakan, her şeye hâkim ve dahi kendisine de hâkim bir varlık? olması
gerekir ki böyle bir şey yok. Çünkü hiçbir gözlemci ve deneyimleyici, bu
gözlemin ve deneyimin kendisinde oluşturduğu değişimi analiz edemiyor. Onu
analiz etse, bu analizin oluşturduğu değişimi de analiz etmesi gerekiyor ve bu
durum sonsuza kadar devam edeceği için güç yetmiyor.
Bu noktada şu şahane sözü
alıntılamazsak olmaz: "Bilmeyi bilmekten kaçınmamızın sebebi belki de
analiz aracını analiz etmek için yine analiz aracını kullanmanın yarattığı baş
dönmesidir."
Evet, bu kısım biraz zordu,
okuyanların çoğu da bu dediklerimi “olur mu öyle şey” deyip kabul etmeyecektir.
Sizi çok iyi anlıyorum, kendinize göre haklısınız da. Bir kısım ise ne dediğimi
anlamasa da, bildiğinin aksi yönde birkaç cümleye rastlayıp onlara takıldığı
için reddedecektir. Olsun, zararı yok, herkes anlasa olmazdı zaten. Anlatmak
istediğimi anlatabilecek cümleler kurabildiğimden de şüpheliyim ancak anlayan
bir avuç kişi anladı. Onlarla ve “ne diyor la bu değişik, biraz daha bakayım”
diyenlerle yolumuza devam edelim.
Evet, ufuk açıcı olduğunu düşündüğüm
kısma nihayet geldik. Anlayanlar için bundan önceki kısım ıvır zıvır
hükmündeydi ve o insanlar tarafından da fark edilebilir “gerçekler”
barındırıyordu ama bu noktadan sonraki anlatacaklarım muhtemelen o insanlar
için de ilk kez duyulan şeyler olacak. Belki daha önce başka birileri de bu
yönde bir şeyler söylemiştir, eğer bir yerlerde rastlarsanız haber edin ki hak
yemeyeyim, her kim demişse buraya ekleyeyim.
Ayrıca, bu söyleyeceğim şeyler
spekülasyondan ibaret, bunu belirtmeliyim. Hiçbir dayanağa sahip değil. Bugüne
kadar bildiklerinizin tam aksini söylediği için de kışkırtıcı. Dolayısıyla
okuduktan sonra bir çırpıda çöpe de atılabilir, eğer isabetliyse -ki kısa
vadede bunu bilme şansımız yok gibi görünüyor- önce Newton’un, sonra Darwin ve
Einstein’ın neden olduğu devrimlerin bir benzerini yapmaya neden olabilir.
Sinirbilim ve yaşambilimleri alanlarında çığır açıcı fikirlere, paradigma
değişimi yaptırmak suretiyle öncülük edebilir.
Yukarıda uzun uzun hayalet uzuvdan
bahsettik. Bahsederken, yan ürün olarak, ön kabullerinizi düşman bilip üzerine
giderek onları yerle bir ettik. O da “değerli” bir çaba olmasına rağmen hayalet
uzuvdan bahsetmemin esas sebebi başkaydı. Şimdi gerçek amacı için kullanalım.
Nasıl olduğu hakkında öne sürülmüş
teorileri kabul edin ya da etmeyin, hayalet uzuv vakalarında şöyle basit bir
gerçek var: Kişinin uzvu yok ama kişi bu uzvu (mesela ayağı) tecrübe ediyor.
Buradan varabileceğimiz nokta ise şu:
Bir uzvu deneyimlemek/hissetmek için o uzva sahip olmaya gerek yok. Yani
ayağımızı hissetmek için ayağa sahip olmak zorunda değiliz. Ayağımız “olmadan”
da ayağımızın olduğunu hissedebilir, hatta Metin Bey gibiysek bu “olmayan”
ayağı kaşıyıp rahatlayabiliriz. Bu durum sadece ayağımız için vâki değil, el ve
daha birkaç organda da tespit edilmiş durumda. Yani eliniz “olmadan” da elinizi
hissedebilirsiniz.
O halde, benim öne sürdüğüm kışkırtıcı
soru şu: Beyin, el ve ayaktan çeşitli yönleriyle farklı olmasına rağmen tıpkı
onlar gibi atomlardan/hücrelerden oluşmuş organlardan bir organsa, beynin
hayalet uzuv hâli bizi neye götürür? Soru anlaşılmamış olabilir, açalım. El
“yokken” el, ayak “yokken” ayak hissedilebiliyor/tecrübe edilebiliyorsa, beyin
“yokken/ölmüşken” hissedilebilir/deneyimlenebilir mi? Eğer beyni
hissetmeye/tecrübe etmeye bilinç? dersek, beyin öldükten sonra bilinç, hayalet
uzuv vakalarındaki gibi devam edebilir mi?
(Bilinç kelimesinin yanına soru
işareti koyma sebebim, bir şeyleri deneyimlemenin bilinçli olmadan da
yapılabileceğidir. Dolayısıyla bilinç kelimesi, anlatmak istediğim şeyi
(deneyimleme işini) tam karşılamıyor, yanına bir soru işareti gerektiriyor.)
Ele, ayağa tanıdığımız hayalet uzuv
olma hakkını beyne de tanırsak ve beyni hissetmek dediğimiz şey bilinçli olmak?
ise hayalet beyin vakalarında (ki ölen insanların hepsi buna dahil olur) çok ilginç
bir durumla karşı karşıya kalırız: Beyin olmadan da bir şeyler
deneyimlenebilir.
Bu noktaya kadar az da olsa destekli
salladık. Şimdi spekülasyonun dibine vurma zamanı.
Beyin, genel kanının aksine, bence
algılamamızı sağlayan değil, algımızı sınırlayan yapıdır. Beynimiz yüzünden her
şeyi algılayamıyoruz.
Mesela elektromanyetik spektrumun
hepsini algılayabilir olsaydınız, görsel anlamda her şeyi deneyimler ama hiçbir
şey anlamazdınız. Aynı şey, belli frekanstaki sesleri duyabilmemiz; sadece
belli aralıktaki kokuları, tatları, dokunmayı algılayabilmemiz gibi. (Hatta
sahip olmadığımız ama kendimize ekleyebileceğimiz duyular var. David
Eagleman’ın şu muhteşem TED sunumunu mutlaka izleyin: İnsanlara yeni duyular ekleyebilir miyiz?)
Beyin, sınırlar koyarak size varlığın
çok küçük bir parçasını algılatıyor ve bu sayede bir şeyleri anlayabiliyorsunuz
(ya da anlaşılacak bir şeyler olduğunu düşünüp anladığınızı zannediyorsunuz).
Dolayısıyla beynin biyolojik yapıya sağladığı “fayda”, sınırlar çizerek varlığı
indirgeme ve böylelikle maddi dünyaya etki edebildiğini fark etme imkânı
vermesi.
İddiamı desteklemek adına hayalet uzuv
vakasındaki ayaktan yola çıkabilirim. “Olmayan” ayak deneyimlenebilir ancak
dünyaya etki edemez. Metin Bey kesilen ayağını deneyimliyor ama deneyimlediği
bu ayakla kalkıp futbol oynamaya çalışsa başarısız olacağı kesin. Aynı durumu
beyne uyarlarsak, beyin, tıpkı ayak gibi, “olmasa” da deneyimlenebilir ancak “olmayan”
bir beyin dünyaya etki edemez. Zaten ölmüş insanların bizimle iletişime
geçememesinin sebebi de bu.
Yani demem o ki, beyne hâlihazırdaki
yaklaşımımız yanlış. Beyin sayesinde bir şeyleri algılıyor değiliz. Bu yanlış
kanı, beyin ölünce dünyaya etkimizin fark edilemez olmasından yola çıkılarak
oluşmuş. “Beyin öldü, haber alamıyoruz, demek ki beyin olmazsa algı olmaz”
denilerek bu sonuca varılmış. Oysa beyinle sınırlanmamışken zaten her şeyi
algılıyor olabiliriz. Hatta her şeyin ta kendisi olabiliriz. Ancak beyin, bize
sınırlar çizerek yalancı bir “benlik/’ben varım’ hissi” sunuyor, bunun
sayesinde dünyaya etki edebildiğimizi fark ediyoruz. Beyin ölüp bu sınırlar
kalkınca da her şeyi algılayıp her şey oluyoruz ama dünyaya etki edemiyor, var
olan etkiyi algıladığımızı fark edemiyoruz. Çünkü sınırsız ve sonsuzuz, bizden
başka hiçbir şey yok, biz bile yokuz.
Her şeyi algılayabilseydiniz hiçbir şeyi anlayamazdınız, her şeyin ta kendisi olurdunuz. Beyin öldüğünde hiçbir şeyi anlamayacaksınız, anlamın ta kendisi olacaksınız.
Şu konuda bilgilenmek istiyorum sizden. Tıpta hayalet uzuva sahip olmak bir psikatrik ve nörolojik bir hastalık değil mi aynı biçimde var olan uzuvlarini aslında kendisine ait olmadığını düşünen insanlar da var hatta bu kişiler de benim bacağım değil bunu istemiyorum diyor ve bir süre sonra bacak gangren oluyor vs. Demek istediğimi daha net açıklayayım şizofreni hastaları var olmayan şeyleri görüyorlar ve tıpta bir nevi nörolojik bozukluk değil mi bunlar. Yani şizofren hastası olmayan şeyleri gördüğünde aslında var olabilir mi demiyoruz tedavi ediyoruz yada adam bu bacak benim değil aslında bunun psikolojik bir problem olduğunu düşünüyoruz. Sizin bahsettiğiniz şey kısaca bir hastalıklı durum değil midir?
YanıtlaSilHayır.2'si çok farklı şeyler.şöyle düşünün.İstanbul'dasınız her gün size Kars'tan 10 saatte kamyon geliyor.Son 3 günde tüm kamyonların yine aynı sürede 10 saatte Ankara'dan geldiğini düşünün.Nerden bilebilirsiniz?Size sorsak Kars'tan geliyor...Ama artık Kars ve Ankara arası yok.yani sağ eliniz komple kesiliyor ama ben sağ elinize giden siniri uyarınca siz aaa olmayan elimden uyarı geldi diyorsunuz.Hayır Kars yok artık Ankara'dan geldi o uyarı siz Kars'tan geldi sandınız :) diğer bahsettiğiniz uzvun kendine ait olmaması algısı ise tamamen algı bozukluğudur.benim örneğim ise algı bozukluğu değildir algı sağlamdır,gerçekten kopmamıştır şahıs tıbbi anlamda doğru kabul edileni söylemiştir.amputasyon sonrası gelişmiş bir durumdur.Umarım anlamışsınızdır. Neden mi kars ? Aşağıdaki saçma yi beni yavuz yorumunun sahibi bence Karslı.
Silbir kere karstaki kamyon on saatte değil istanbula samsuna dahi varamaz.hem her gün karstan ne gidiyor diye sorarlar adama.ikinci durum daha garip olaylar barındırıyor,hergün karstan olan sevkiyat ani bir şekilde ankardan olmaya başlıyor ve varış zamanı yine on saat.kamyonda ne var belli değil.gunde kaç kamyon gitti belli değil.sevkiyatı alan neden kamyonun rotasının değiştiğini bilmiyor?peki sahsın sağ elini kesme nedeniniz nedir? sağ ele giden sinirde oluşturulan uyarı neden rota değiştirip beyinde sonlanıyor? insanların algılarıyla oynamayalım lütfen.
Sildostum harikasın müthiş tespitlerin var.yazmaya devam et bizde okumaya devam edelim
YanıtlaSilYazı uzun fakat ruha doğru gdiiyor. Okumadım. Şu diyeyim.
YanıtlaSilPhantom duyu şöyle olur. Reseptör örneğin ayağınızdaki duyuyu alır. Bir sinir ucuna teslim eder iletiyi. Eğer ki uzuv koparsa, sinir iletici kısmında kesilir. Ölmez sinir hücresi. Çünkü gövdesi sağlamdır. Lif kesildikten sonra, ayağa ait lifin akson boyunca oluşan bir elektriksel potansiyel, beynin duyu homonculusundaki alanda, artık olmayan uzuv için bir duyu oluşturur. Tedavisinde de o kesik uzvun güdük yerine, muhtemele kesi kaynaklı alana ablatif maddeler verilir (misal yüksek doz alkol). Böylelikle düzelir. Aa alkol enjeksiyonuyla phantom duyu gidiyor. Ne oldu şu sizin ruh kavramı? Tapınma, inanma, spiritüel ihtiyacınızı anlıyorum da, lütfen yapmayın. Gerçeği çarpıtmayın.
Yani demem o ki ile başlayan paragrafta yazdıklarınızı çok uzun süre önce buddha anlatmış. Hatta beynin sınırlarının kalkması, meditasyon ve farkındalık ile gerçekleşiyor ve gerçekleştiğinde her şeyin ta kendisi dediğiniz yani Nirvana oluyor. Çok güzel anlatmışsınınız. Sohbet etmek isterseniz mailinizi beklerim. fethiburak@gmail.com
YanıtlaSil