Sayfalar

OLUYOR OLMAKTA OLAN

Çok çok çok hatta çoooook çok eski devirlerde henüz insan olmayan insan gözlerini dünyaya açtı. Etrafına baktı, bir çift göz gördü. “Ne lan bu?” diyemedi tabii, henüz konuşma icat edilmemişti. Ama o anlamdaki anlamı düşündü, içinden “olayı anlamlandıramama anlamı” geçti. Geçmesiyle birlikte o bir çift göz üzerine saldırdı. Adam “ne oluyor lan” bile diyemeden aslanın midesine yollanmıştı bile.

Bu hep böyle devam etti. Henüz insan olmayan insanlar aslanları görüyor, “ne lan bu” dahi diyemeden yitip gidiyordu. Ancak zamanla öğrendi böyle bir çift göz görünce kaçması gerektiğini. Ataların hoş olmayan tecrübeleri sözel bir aktarım olmadan, torunların pek de “boş levha” olmayan zihinlerinde birikiyordu çünkü zamanla, Locke affetsin.

Aslanı görüp “ne lan bu” diyen, bir sonraki aşamada ise buna “yaşamak için kaç”ı ekleyen insan her işin başında, her gördüğü şeye “ne lan bu” demeyi alışkanlık haline getirdi. Çünkü gayet işlevseldi, diyemeyen ve de kaçamayan ölüyordu. Yeni doğan ve tertemiz zihne sahip olduğu düşünülen her yavrudaki o boş olmayan levhada hep “bir şey görürsen anlamlandırmaya çalış, eğer gördüğün bir çift gözse ve sarı tüylü bir şeyse o gözlerin sahibi, hiç durma kaç” yazıyordu. Kendisi bütün bunları o levhada (bazıları buna genetik diyor) öyle yazdığı için yapıyordu aslında, farkında değildi. Sonraki nesiller bir de isim icat ettiler farkında olamayışları nedeniyle, “özgür irade” diyerek zırvaladılar.

Ah şu sonraki nesiller; bilmeyip de bilmek, her şeyi tanımlayıp bir daire içine sokmaya çalışmak, sınıflandırmak, etiketlemek, eldeki biri toplamak çıkarmak bölmek çarpmak gibi kibirli işler hep onların eseriydi. Adeta “bütün varlığı/yokluğu zihnimle kapsarım ben” diyerek göğüslerini kabarttılar hep.  Şu yazıyı yazan gibi hep her şeyi kavramaya çalışırlar ama dönüp durana, olmakta olana had çizmenin imkânatına dair inançları olmasa bu hadsizlikte bulunmazlardı ya, neyse…