Sayfalar

KÖTÜLÜK VAR MI Kİ SORUNU OLSUN?


İki mide tümörü örneği. (Verdiğim rahatsızlıktan dolayı özür dilerim)
Üstteki iki fotoğrafa bakın. Ne görüyorsunuz? Durun ben söyleyeyim; biri çok kötü görünüyor, diğeri nispeten iyi. Hatta durun, hangisine daha kötü dediğinizi de söyleyeyim: Sağdakine “kötü” dediniz. Nasıl tahmin ama? “Çok da zor değil bunu tahmin etmek” dediğinizi duyar gibiyim. Haklısınız, alıştığımız şeyleri sıradanlaştırma konusunda ustayız. Oysa her gün yanından usulca geçip gittiğimiz şeylerde büyük anlamlar var. Mesela fotoğrafa baktıktan sonra sizin “kötü” dediğinizin kötü huylu (malign) yani çok daha öldürücü bir tümöre; “nispeten iyi” dediğiniz olgunun ise iyi huylu (benign) yani daha az zararlı bir tümöre sahip olması gerçeği…

Sahi, tıp eğitimi almadan “iyi huylu tümör - kötü huylu tümör” ayrımını nasıl yapabildiniz? İlginç değil mi?

***

İnsanlık, nispeten karmaşık düşünme yetisine sahip olduğundan beri hep düşündü, taşındı. Filozoflar hep o soruya cevap aradı çünkü her şeyin temelinde neye iyi, neye kötü diyeceğimiz vardı. Hatta bu konu Tanrı düşüncesiyle de alakalıydı. Teodise, yani kötülük sorunu (Problem of Evil)… Mutlak iyi olan Tanrı’yla, sağduyumuzla apaçık hissettiğimiz kötülüğün bir arada olması nasıl bağdaşırdı? Korkmayın, hiçbir şeyi bağdaştırma çabası içinde olmayacağım, sadece tespit yapacağım. Bunu yaparken iyi ve kötünün “ne olduğu”nu değil, “ne olmadığı”nı söylemeye çalışacağım. Tek endişem ise tutarlı olmak olacak. Neden tutarlılık endişesi içinde olduğumu ise sormayın, temellendiremem. Zaten bu yazı bir şeyleri temellendirme işindeki sıkıntıyı anlatacak.

Evet, insan hiç düşünmeden, doğuştan bazı şeyleri “iyi” bazılarını ise “kötü” olarak niteliyor ve bu hayatta kalmaya yetiyor büyük oranda. Ancak derin düşünenler için bu yetmiyor, ne kadar düşünürsen düşün, ontolojik olarak yani zamandan ve zeminden bağımsız, evrensel, hep var olan, hiç değişmeyen bir iyi-kötü ayrımı yok.

“Nasıl olmaz, var işte” diyenler çıkabilir, bu tamamen etnikmerkezci (ethnocentric) bakışın ürünüdür. Böyle diyorsanız büyük ihtimalle kendi içinde doğduğunuz, büyüdüğünüz ortamın size verdiği kültürel değerleri içselleştirmiş ve bunu mutlaklaştırmışsınız demektir. Yaptığınız hata, orada doğsanız o kültürle yaşayacağınız kültürü, burada doğduğunuz için mutlaklaştırdığınız bu kültüre göre yargılamaktır.

Bunun üzerine “evet, ilk başlarda doğduğum yer tarafından bana verilen kendi kültürümü mutlak görüyordum ama sonra farklı dünyalarla karşılaşıp biraz düşününce o kültürün çok geri ve akıl dışı olduğunu, kötü olduğunu anladım ve iyi olanı buldum” diyebilirsiniz. Böyle dediğinizde yine aynı hataya düşersiniz çünkü yine bir kültürü başka bir kültüre yargılatmış olursunuz. Eğer başka kültürlerle karşılaşmasanız böyle düşünmeyecektiniz. “Ama açık ve net, benim düşüncem daha tutarlı” diyebilirsiniz ve doğru da söylüyorsunuzdur belki ama  “daha tutarlı olan daha iyidir” diye bir kaide yok, kim koydu bu kuralı? Sadece bir ön kabul bu.

“Olur mu öyle şey kardeşim, boş konuşuyorsun, mesela öldürmek ne zaman ve nerede olursa olsun kötüdür”  de diyebilirsiniz ama değil. Mesela bir çocuğa küçük yaşlardan itibaren her gün üç öğün her öğünde bir kere bir kuş bulup kafasını elle koparması gerektiği yönünde bir eğitim verirseniz bu çocuk büyüdüğünde dahi bir yerlerden kuş bulup kafasını koparmadığı zaman içinde bir kötülük hissedecektir.

“Bu örnek gerçek hayatta olmaz” diyebilirsiniz, bence olur da, haydi sizin için gerçekleşmiş olan örnekler vereyim. Emile Durkheim’in özgeci (altruistic) intihar olarak tanımladığı intihar olguları işimizi görür. Hindistan’da eşi ölen kadınların intihar etmesi, bazı topluluklarda efendisi ölen kölelerin intihar etmesi ve bütün bunların toplum tarafından “iyi/doğru” olarak karşılanması iddiamı güçlendiren örnekler.

Bunun üzerine “tamam da kardeşim, o kadar insan yanılıyor olamaz, kime sorsan öldürmenin kötü olduğunu kabul eder, onlar istisna” diyebilirsiniz. Bu tamamen çok yüzeysel ve yüzeysel olduğu kadar gerçekleri göz ardı eden bir yaklaşım. Çünkü çoğunluğun ne dediğine göre belirleyemeyiz hiçbir şeyi, (“gerçek” dediğimiz şey nedir, o da tartışılır ama) gerçek gerçekse çoğunluğun dediğinin bir önemi yoktur. Aslında bu cevap bu iddiayı çürütmek için yeterli ama yine de daha geniş bir şekilde açıklamak ve “iyi-kötü” kavramlarını nasıl uydurmak zorunda kaldığımızı ortaya koyarak ontolojik bir iyi ya da kötünün olmadığı gerçeğini daha net bir şekilde göstermek istiyorum.

İnsanoğlunun geneli, hayatta kalmayı kolaylaştıran, neslin devamını sağlayan her ne varsa ona “iyi” dedi, neslin devamını engelleyen ve hayatta kalmayı zorlaştıran her ne varsa onu “kötü” olarak etiketledi. Çünkü neslin devamını sağlayan, hayatta kalma ihtimalini artıran şeyleri “iyi” olarak tanımlayıp onu talep edenler daha avantajlıydı, onlar daha fazla yaşadı, hayatta kalma ihtimalini artıran şeyleri “iyi” olarak tanımlamayanlara göre genlerini daha fazla aktardı. Böylece buna “iyi” diyenler giderek çoğaldı, demeyenlerin sayısı azaldı, yok olmasa da azaldı. İşte, insanların çoğunun öldürmeye/intihara “kötü” demesi bu sebepten. Çünkü böyle demeyenler öldü/intihar etti.

(Bu kısmı bir örnekle açıklarsam daha iyi anlaşılacaktır. Çok eski zamanlarda, hayatta kalma ihtimalini artıran bir şeyi “iyi” olarak tanımlayan 10 kişi, “kötü” olarak tanımlayan 10 kişi var diyelim. Bunlardan hayatta kalma ihtimalini artıran şeyi “iyi” olarak tanımlayan grup süre ve kişi bakımından daha fazla hayatta kalıyor. Mesela ilk gruptan 8 kişinin, ikinci gruptan ise sadece 3 kişinin hayatta kalabildiğini varsayalım. İlk gruptaki 8 kişinin çocuk sayısı, ikinci gruptaki 3 kişinin çocuk sayısından daha fazla olacaktır. Fazla olan bu grup, ebeveynlerinden hayatta kalma ihtimalini artıran şeye “iyi” deme özelliğini alacak. “Kötü” diyen az sayıda bireye sahip grup ise bu özelliği alacak. Nesiller boyu bu silsile devam ettiğinde sonuç olarak hayatta kalma ihtimalini artıran şeylere “iyi” diyenler (öldürmeye kötü diyen milyonlar) hem sayıca baskın olacak hem de “iyi” güçlenecektir. “Kötü” ise hep var olmakla beraber zayıf olacaktır. Tabii bu senaryoda hayatta kalma ihtimalini artıran faktörlerin sabit olduğu varsayılmıştır. Bu faktörlerin değişmesiyle birlikte “iyi” ve “kötü” yer değiştirebilir.)

 Tabii bu bağlamda idam cezasını da açıklamak gerekiyor. Uzun yıllar boyu insanlar bazı suçların karşılığını idam olarak verdi yani idam cezası toplumun büyük kesimi tarafından “iyi” olarak tanımlandı. Bu yine “hayatta kalma ihtimalini artırana iyi demek” düsturunca açıklanabilir. Çünkü toplumun devamını tehdit edeni öldürmek, hayatta kalma ihtimalini artırmak demektir. Ancak zaman geçtikçe insanlar idamı da kötü bulmaya başladı çünkü hayatta kalma adına daha (gelişmiş değil, çünkü gelişme kavramı bir değer yargısı ifade eder, öyleyse şöyle diyelim,) karmaşık ve verimli yöntemler buldular, hapis cezası gibi.

Şimdi bütün bunların üzerine, derin düşünebilen kimseler, ortaya attığım iddiayı yanlışlıyor gibi görünen -benim de yanlışlayıp yanlışlamadığını bilemeyeceğim- örnekler bulabilirler. “Bak şu olgu hayatta kalma ihtimalini artırmıyor ama insanlar “iyi” olarak tanımlıyor” diyebileceğiniz örnekler bulabilirsiniz (bulduğunuz bu örnekleri yorum olarak mutlaka yazın ki üzerinde düşünelim) ama hayatta kalma ihtimalini artıran ve bu nedenle insanlar tarafından “iyi” olarak tanımlanan durumlar öyle karmaşıklaşmış ki bunun arka planını keşfetmek tek bir zihinle olabilecek bir iş değil, iş birliği yapmamız lazım.

Bu karmaşıklığın ne kadar muazzam olduğunu yazının başında verdiğim örnek çok iyi açıklıyor. İnsan zihni “iyi-kötü” ayrımını o kadar ciddi yapmış ki hiç tıp eğitimi almadan bile kötü huylu tümörü iyi huylu tümörden ayırabildiniz. Çünkü bu sayede kötü huylu tümörü olanın size çirkin gelmesi nedeniyle uzak duracak (hatta sevemedim onu diyecek) ve iyi huylu tümörü olan kişiyle birlikte olacak (bu kişiyi sevdiğinizi zannedecek), bu sayede -bilmeden de olsa- gelecek nesle hayatta kalma ihtimali yüksek olan genleri aktaracaktınız. İşte zihnimizin milyonlarca yıllık geçmişinden tevarüs eden bu kadar karmaşık bir alt yapıya sahip olması nedeniyle kötü huylu tümörü görür görmez “kötü” buluyoruz.

Yani demem o ki, ontolojik bir “iyi” veya “kötü” yok. Bunlar tamamen bizim uydurduğumuz ve yaşamın devam etmesini sağlayan kavramlar. Bu da demek oluyor ki değer yargısı içeren hiçbir cümle hakikatle uyuşmuyor, temellendirilemiyor. 

Sadece ve sadece bir oluş var ve biz bu oluşu tespit edip ortaya koymaktan başka hiçbir şey söyleyemeyiz. Manzarayı tarif edebiliriz, içinde var olanları sayıp dökebiliriz ama manzaranın güzelliği ya da çirkinliğinden bahsedemeyiz.

Bu dediklerim sağduyuyla, pratik hayat tecrübesiyle çelişebilir ancak sağduyu güvenilir bir şey değildir. Gerçekleri filtreleyerek sizi hayatta tutmak için oluşmuş bir yapıdır. Mesela sadece belli dalga boylarına sahip ışığı görebiliriz ve sağduyumuz bize sadece bu gördüğümüz aralığın var olduğunu söyler. Ancak şekilde de gördüğünüz gibi kızıl ve mor ötesi dalga boylarına sahip ışınlar da vardır, hatta görebildiğimiz spektruma göre çok çok daha geniştir ama sağduyumuz onları “yok” kabul eder. Büyük gerçekleri göz ardı etmek, yaşayabilmenin altın kuralıdır.

Bütün bunlardan anlıyoruz ki insanların asırlar boyu mutlak iyi Tanrı ve kötülük ikilisini bağdaştırmaya çabalarken (veya buradan yola çıkarak Tanrı’nın yokluğunu iddia ederken) çok büyük bir hata yaptılar. Hatta iki hata yaptılar; ilki, insanlar tarafından uydurulan “kötü" ve "iyi” kavramlarını hakikatte de var olarak kabul etmeleriydi. Oysa ontolojik bir “kötü” ve “iyi” yoktu.

İkincisi ise (bu konu ayrı bir yazıyı hak ediyor) Tanrı diyerek işaret etmek istedikleri her neyse, işte ondan bahsetme hadsizliğinde bulunmalarıydı. Çünkü bir şeyden bahsediyorsanız ona sınır çizmiş olursunuz, Tanrı’nın ise sınırı yoktur. Asla ama asla Tanrı’nın “ne olduğu” hakkında konuşamayız, çünkü dilimizle/zihnimizle sınırlayarak hakkında konuşabildiğimiz şey Tanrı olmaktan çıkar. Konuşsak konuşsak onun “ne olmadığı” hakkında konuşabiliriz, ötesi yok. 

Bir de “iyi-kötü” bağlamında uzak gelecek hakkında tahminde bulunalım ve yazıyı nihayete erdirelim.

İnsan, insan neslinin devamını doğrudan ya da dolaylı olarak engelleyen her ne varsa ona kötü diyor. Bir şey, insan kötü dediği için kötü olmuyor, neslin devamını engellediğinden insan ona kötü diyor. Böyle diyen insanlar hayatta kalıyor, hayatta kalanlar genlerini aktarıyor, bu nedenle böyle diyen nesil çoğunlukta oluyor. O yüzden; uzun vadede iyilik kazanacak, dünyaya iyilik hâkim olacaktır. Çünkü insan hayatta kalmaya "iyi" diyor. “İyi”, hayatta kalıyor.

Gecikmiş bir not: Bu yazıyı okumayın, okusanız da iddiaları kabul etmeyin. Çünkü içinde yaşama ihtimalinizi azaltacak gerçekler var.


*Yazıda öne sürdüğüm iddiaları çürütecek fikirlerinizi mutlaka yorum olarak bırakın. Bu sayede bana iddialarımı sınayıp yanlışları azaltma şansı verin.

24 yorum:

  1. Kötülük diyince nedense aklıma hemen hırsızlık geldi.Biz ona kötülük diyoruz evet ama bu aynı zamanda bizim neslimizin tükenmesi için bir tehlike arzetmiyor bilakis mesela bir ebeveyn çocuğunun menfaati için bu kötülüğü yapadabilir.Ve hırsızlık o zaman iyi bir şey olurdu sizin dediğinize göre(dediğinizi yanlış anlamadıysam, anlamış da olabilirim). Ben iyi ve kötü kavramlarının ilahi kaynaklı olduğunu düşünen biriyim.İçgüdüsel veya deneme yanılma yöntemiyle oluştuğu birazcık saçma geliyor açıkcası.Mesela, Kur'an'da siz de farketmişsinizdir: Hz.İbrahim'in kıssasında: Allah onu sınamak için oğlunu kurban etmesini istemiştir ve o da bunu, Allah'ın emri olduğu için yapacaktır. Buna Hz.İsmail de razı olmuştur. Burda aslında hayatta kalma mücadelesi ve neslin devamı açısından baktığimızda kötü bir davranış olarak göreceğimiz hal; sınav-sınanmak açısından bakacak olursak da iyi bir davranıştır.Tam bir teslimiyet ve tevekkül örneğidir. Yani bir şeye iyi veya kötü demek o kadar da basit değil bence aynı zamanda neslin devam edip etmemesinin buna bağlı olması da. Selametle..

    YanıtlaSil
  2. Bir şeyleri mutlak iyi veya mutlak doğru şeklinde tarif edemezsek eğer, yaşadığımız şu anda nasıl davranacağımıza, nasıl karar vermemiz gerekecek ? İyi ya da kötü hepsi birer iddia değil mi ? Neye göre, kime göre iyi ya da kötü ?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. İHTİMAL YOKTUR KADER VARDIR. FASIKLIĞIN LÜZMU YOK

      Sil
    2. Asıl mallığın lüzumu yok; bu sitelerde fazla dolanma imanın falan zedelenir mazallah.:)

      Sil
    3. Evet mal mal yorumlar bırakmayın okudukça üzülüyorum ülkem için.

      Sil
  3. Felsefe okumalarını daha tam derinleştirememiş biri olarak "Mutlak iyi ve kötü" yü ontolojik anlamda zannımca anlamak veya anlamlandırmak lisana dökmek zor belkide "tecrübe" etmeden bilemeyeceğiz.Anladığım kadarıyla kültürün iyi ve kötüyü bize bildirdiğini söylüyorsunuz ki bu antropolojik verilerden hareketle söylüyorsunuz.Bu aralar ben de antropoloji okumaları yapmaya çalışıyorum burda "iyi ve kötü" bağlamında vermeye çalıştığımız marjinal örnekler sanki biraz zorluyoruz gibi geliyor yani "kötü" diye tabir ettiğimiz şeyleri insan vicdanı hangi devirde olursa olsun çok yıpranmamaışsa kabul etmiyor ...Burda daha da önemli addettiğim konuyu VAHİY ile beraber değerlendirildiğinde ortaya nasıl bir sonuç çıkar?Yani iyi ve kötünün istikametinin belirleyici ana hatlar itibariyle ki -ortodoks bir vahiy algısıyla da söylemiyorum- bu durumda kelime ve kavramlar da bişey ifade etmiyor demek olur ,burada eğer Tanrı nın varlığını kabul ediyor ve insana vahyinin olduğunu ön kabul ediyor/inanıyorsak burada Tanrının insana mesajını nasıl yorumlarız?

    YanıtlaSil
  4. Ahlaki nihilizm ya da rölativizm (kısacası ahlaki önermeleri doğru kabul etmeyen herhangi bir görüş) kötülük probleminde iddia edildiği üzere birbirinin çelişiği olan 2 önermeden:
    1.Kadir-i mutlak, alim-i mutlak ve sırf iyi bir varlık vardır.
    2. Kötülük vardır.

    ikincisini reddetmeyi sağlasa da birinci önermeyi kabul etmek isteyen bir teist için sorunu çözmez. Zira eğer ahlaki önerme ve özellikler nesnel değilse tanrı (objektif olarak) "iyi" değildir ve dolayısıyla birinci önerme yine hatalıdır. Bunu bir başka şekilde de görebiliriz: tanrı varsa ve objektif olarak iyiyse onun doğasına atıf yapılarak nesnel bir ahlak sistemi oluşturulabilir. Hatta objektif olarak iyi bir tanrı varsa bu zorunludur. Dolayısıyla "Objektif olarak iyi bir tanrı varsa ahlaki realizm doğrudur." şeklinde yeni bir önerme eklenirse, ahlaki nihilizm veya rölativizmle, en baştaki önerme (1) ve (2)'nin birlikte reddedilmesi gerekir. Bu durumda eleştiri, kötülük problemini geçeriz kılmaz.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kötülük argümanı bu özelliklere sahip bir varlık için geçerlidir zaten, dolayısıyla eğer bu önermeyi kabul etmiyorsanız kötülük argümanı sizin için sorun oluşturmaz ve bu yüzden de ona eleştiri yazmanızı gerektirmez. Baştan ilk önermeyi reddetmeye hazırsanız "Kötülük vardır." şeklindeki ikinci önermeyi reddetmek için ahlaki rölativizmden yola çıkarak böyle bir argüman geliştirmenize gerek yoktur. Ben yalnızca eleştirinizin iki önermeyi de kabul etmek isteyen birinin işine yaramayacağını göstermeye çalıştım. Bunun dışında ben, bahsettiğim özelliklere sahip klasik teizmin tanrısına inanmıyorum.

      Sil
    2. Blogunuzda neyi yazıp yazmamanız gerektiğiyle ilgili bir şey söylemek istemedim. Daha çok kötülük sorunu eleştirinizin argümanı geçersiz kılmadığını söylediğimde zaten ilk önermeyi reddettiğinizi söylerek buna karşı çıktığınız için, "O halde kötülük argümanını eleştirmenize de gerek yoktu." demek istedim. Elbette argümanı eleştirmek için onun sizi bağlaması şart değildir, bir eleştiri sunmuşsunuz ve ben de bunun geçersiz olduğunu ifade etmeye çalıştım.

      Sil
  5. Çok eskiden bir bilim-kurgu hikayesi okumuştum. Konuyla ilişkili bulduğum için kısaca anlatmak isterim. İnsanlar bir gün yeni keşfedilen bir gezegene yolculuk yaparlar. O gezegende kabileler şeklinde yaşayan akıllı canlılar vardır. Onlarla temasa geçerler ve kültürlerini incelemeye başlarlar. Bu arada iletişim gittikçe gelişir. Bir araya gelip birbirilerini tanımaya çalışırlar. Her şey iyi gidiyordur. Bir gün bizim dünyalı astronotlardan biri artık kafasındaki kaskı çıkartarak konuşmak ister. Kaskını çıkartır. Bu bir bayan astronottur. Kaskını çıkartınca uzun saçları ortaya çıkar. Bunu gören uzaylı erkek aniden uzun kuyruğunun bir darbesiyle bayan astronotu ikiye böler! Bunun üzerine bizimkiler hemen silahlarını çıkartıp ateş etmeye başlarlar ve bu vahşet karşısında panikleyerek gemiye geri çekilirler. Uzatmayayım ve özet geçeyim. Durum meğerse şuymuş: O gezegende her 10 bebekten biri erkek 9 tanesi kız olurmuş. Dolayısıyla toplumda dişileri öldürmek son derece sıradan bir olay olmuş. Çünkü kısıtlı besin kaynakları vb nedenlerle dişilerin sayısı bir şekilde böyle sınırlandırılıyormuş. Erkekler gururla birbirlerine o gün kaç dişi öldürdüklerini söyleyip övünürlermiş. Hatta bir başkasının dişisini öldürmek o kişi için yapılan büyük bir kibarlık sayılırmış. Bu yüzden bizimkilerden birinin dişi olduğunu gören uzaylı büyük bir nezaket gösterisi olarak bizim dişiyi öldürmüş. :)

    Neyin iyi olduğu, neyin kötü olduğu senin de söylediğin gibi tamamen yararımıza olan doğrultusunda gelişmiştir. Hatta ben bunu daha ileri götürüp halihazırda var olan tüm duygularımızın bile bu sebeplerle şimdiki şekilde gelişmiş olduklarını düşünüyorum. Canlılar için iki büyük itki vardır. Hayatta kalmak ve üremek. Bütün duygularımızın hepsini bu iki dürtüyle açıklayabiliriz :)

    YanıtlaSil
  6. Konuyla ilgili düşüncelerimi birkaç madde de özetlemek istiyorum.

    1.Yazının başında "... ontolojik olarak yani zamandan ve zeminden bağımsız, evrensel, hep var olan, hiç değişmeyen bir iyi-kötü ayrımı yok. " dediniz. Oysa hayata tarafsızca ve vicdan ışığında bakan herkes iyi ve kötünün varlığını hem dünyada hem de kendi benliğinde hissedecek ve gözlemleyecektir. Şöyle ki ; eğer dediğiniz gibi olsaydı -yani mutlak iyi ve kötü yoksa- küçük çocuklara yapılan tecavüzlerin kötü olduğu söylenmeyecekti ve yeryüzünde kötülüğün varlığı kültürle ilişkiliyse dünyanın neresinde olursa olsun küçük çocuklara yapılan tecavüzün kötü olmadığını savunan bir kesim mutlaka çıkacaktı. Fakat bilgilerimize göre böyle bir oluşum yok. Kaldı ki böyle bir görüş olsa dahi ma'şeri vicdana inanan herkes bu grubu dışlayacaktı böyle bir yargının yanlış olduğunu ifade edeceklerdi. Her ne kadar bizim bu grubu dışlamamız kötülüğün varlığı ya da yokluğu fikrinin doğruluğunu etkilemese bile tümel uzlaşımcılık gereği bunu kabul edecektik.

    2. "Hindistan’da eşi ölen kadınların intihar etmesi, bazı topluluklarda efendisi ölen kölelerin intihar etmesi ve bütün bunların toplum tarafından “iyi/doğru” olarak karşılanması iddiamı güçlendiren örnekler." şeklinde ki açıklamanız ise kanımca rölativizm ile açıklanabilir. Kötülük deyince aklımıza yalnızca değişken örnekler gelmemelidir. Gerçek mana da kötülük olarak ifade ettiğimiz mutlak örnekler gelmelidir. Örn. hamile bir kadının dövülüp merdivenden atılması bunun sonucun da da çocuğunun ölmesi, düğününe bir hafta kala temiz bir kızın ırzına geçilmesi ya da Afrika da yeni doğmuş bir bebeğin açlıktan ölmesi...

    Bu perspektiften bakıldığı zaman Stephan Evans' ın Din Felsefesi adlı eserin de " Her şeyi bilen Tanrı her türlü acı ve kötülüğün varlığından haberdar olmalıdır; kusursuzca iyi olan Tanrı muhtemeldir ki, bütün kötülükleri elimine etmeyi istemelidir; mutlak olarak güçlü olduğu için de bunu yapabilmelidir. Bu nedenle,eğer Tanrı varsa, bir kimse bu dünyada kötülükle karşılaşmamayı isteyebilir. Çünkü, bir kimse bir kötülükle- ve hatta çok fazlasıyla- karşılaştığı için Tanrı var olmamalıdır. Bu şekilde, kötünün ve acının varlığının Tanrı inancının rasyonelliğinin altını kazdığı düşünülebilir " şeklinde ifade ettiği düşüncesi daha da kuvvetlenmektedir.

    3. Yazınızın sonlarında "...Tanrı diyerek işaret etmek istedikleri her neyse, işte ondan bahsetme hadsizliğinde bulunmalarıydı. Çünkü bir şeyden bahsediyorsanız ona sınır çizmiş olursunuz, Tanrı’nın ise sınırı yoktur. " şeklinde bir açıklama yaptınız oysa Tanrı'dan bahsetmek hadsizlik ve sınır belirlemekse peygamberin hadsiz ve Tanrıya sınır belirleyen biri olduğunu söylemek gerekir. Ayrıca insanlık Hegel'in ifade ettiği müşterek bir akla sahiptir. Bu müşterek akıl Tanrı hakkında konuşmamıza olanak sağlamaktadır. Tanrının; mutlak güçlü(omnipotenet), mutlak bilgili(omniscient), ahlaki açıdan mükemmel(morally perfect),zaman-dışı(timelesness), zaman içi sonsuz(everlasting), özünün sabit (immutable), zorunlu varlık( vacibul vucüd), nedensiz(aseity), varlığının kendinden(self-existent), varlığı kendi olan(being-itself) ve fail(acting) olması gibi Tanrısal sıfatlar hem müşterek aklın hem de Kur'an'ın ve diğer kutsal kitapların ifade ettiği Tanrısal sıfatlardır. Bu sıfatlar Tanrıyı sınırlamaz aksine onu tanımamıza yardımcı olur. Bunun hadsizlikle değil had-bilmek ile ilgisi var. Hadsizlikle için değil had-bilmek için Tanrının sıfatlarını öğreniyoruz ve tartışıyoruz.

    4.Hülasa, iyiliğin ve kötülüğün- her ne kadar bazı örneklerde göreceli olsada- ne tamamen uydurulmuş bir mefhum olduğunu ne de mutlak manada kesib olduğunu düşünmekteyim. Ayrıca kötülük probleminin Tanrının varlığını tehtid eden bir konu olduğunu ve en güçlü ateist argüman olduğunu söyleyebilirim.

    YanıtlaSil
  7. okumadım çünkü var

    YanıtlaSil
  8. BUGÜN OKUDUM VE HALA VAR

    YanıtlaSil
  9. kötülük var da sorunu kim çıkartıyor

    YanıtlaSil
  10. “Olur mu öyle şey kardeşim, boş konuşuyorsun ortaya attığım iddiayı yanlışlıyor gibi görünen -benim de yanlışlayıp yanlışlamadığını bilemeyeceğim- örnekler bulabilirler İnsanlık, nispeten karmaşık düşünme yetisine sahip olduğundan beri hep düşündü Yani demem o ki 8 kişinin çocuk sayısı 3 kişinin çocuk sayısından daha fazla olacaktır “Çok da zor değil bunu tahmin etmek”

    YanıtlaSil
  11. HANGİ ALGI BEYEFENDİ

    YanıtlaSil
  12. BLOGGGER EFENDİ HİÇ DÜŞÜNDÜN MÜ BU DAĞLAR NİYE VAR?

    YanıtlaSil
  13. YUHARDAN ALINTI:"Gecikmiş bir not: Bu yazıyı okumayın, okusanız da iddiaları kabul etmeyin. Çünkü içinde yaşama ihtimalinizi azaltacak gerçekler var." BU KADAR ÇELİŞKİ PES DOĞRUSU ,YAŞAMA İHTİMALİ DEMİŞSİNİZ YAŞAM BİR OLGUDUR HAYATTA KALMA İHTİMALDİR.HEM YAZMIŞSIN HEM İDDİALARIMI KABUL ETME DİYORSUN.HEM İDDİA VAR DİYORSUN HEM GERÇEKLER DİYORSUN.BİRDE GİTMİŞ YAZININ SONUNA İLİŞTİRİYORSUN AMACIN NE KAFA KARIŞTIRMAK MI? YAZININ ŞORASI DA ÇOK MANİDAR, "Yani demem o ki, ontolojik bir “iyi” veya “kötü” yok. Bunlar tamamen bizim uydurduğumuz ve yaşamın devam etmesini sağlayan kavramlar. Bu da demek oluyor ki değer yargısı içeren hiçbir cümle hakikatle uyuşmuyor, temellendirilemiyor."YUHARDA Kİ DEĞER YARGISINI TANIMLAYAN YAZAR SAVINI AÇIKLARKEN "hakikatle" VE "temellendirilemiyor" KELİMELERİNİ KULLANMIŞ VE BİZE BU HAKİKATİN NE OLDUĞUNDAN, DEĞER YARGISI İÇERİP İÇERMEDİĞİNNDEN BAHSETMEMİŞ.NE İLE TEMELLENDİRMİŞ, ORASI İSE TAM BİR MUAMMA.

    YanıtlaSil
  14. selam
    ...parçalanıyordu bir yürek mesela kibirle bakan bir çift gözün doğrultusunda
    kötülügun bilinmemezliği miydi négatifliğe sürükleyen
    yoksa
    bilinmemezliğin kötülüğü müydü bu sürekliligi dağıtan
    yeryüzüne
    ya da kötülük bir Nispet idi -
    -varlığın dehlizinde varlığı karşılaması kaçınılmaz olan

    ....Şüphe yok
    Fanatik birer dünyalı idik..
    böyle bir şeyler hatırladım okuyunca
    selam

    YanıtlaSil
  15. İyi ve kötünün bir bütün oluşturması , zıt kutupların birbirini çekip bütünü oluşturması gibi bir şey benim gözümde.
    İkiside insan vicdanının rahatlaması veya rahatsızlık duyması için var. İnsan vicdanlı bir varlık olduğunu hissediyor yüzyıllardır. İçsel bir şey sanırım bu. Ve şimdi belki inanmayacaksınız ama , ben de hissediyorum vicdan dediğimiz o şeyi . İçimde kıpırdıyor, parıldıyor, kararıyor. Vicdanımı bütün içinde hissediyorum. İyilik ve kötülüğün ikisi bir arada benim vicdanım. Bir şeyleri kendi zihinsel, mantıksal süzgecimden geçirip onları yargılayıp iyi ve kötü deyip ; iyiyse hedonist duygularımla haz duyuyorum ve bu çok hoşuma gidiyor eğer kötüyse üzüntü duyuyorum ve duyduğum üzüntünün süresi olaylara göre değişkenlik gösteriyor. Bu benim . Şimdi ise asıl sorum ve sorunuma geliyoruz. Birinci sorunum ;
    Ben iyiliği kendimi iyi hissettirdiği için yapıyorum. Ve bu iyilik yaptığım zamanlarda mutlak haz duygumu azaltıyor. Çünkü yaptığım iyiliğin içinde koruduğum kendi menfaatim kötülük barındırıyor. Ve bu hazzımı azaltıyor. Kısacası bataklıktayım, kötü müyüm iyi miyim denklemi içinde kayboluyorum.
    İşin tuhaf tarafıda ( yazını okuduktan sonra bunu düşünmeye başladım ) beni bu bataklığa sokan atalarımın atalarımın atalarının kısacası insanlığın varolmak için iyi dediği şeylerin bedelini yani atalarımın bedelini içsel olarak vicdanımda kurduğum mahkeme de yargılayıp kendime sürekli idam cezası veriyorum. Atalarım derken suçlamak için söylemiyorum ki asla birilerini suçlayıp vicdanımı rahatlatamam .
    Ama atalarım benim haz duygularımı körüklemiş, körüklememe sebep olmuş olmuyorlar mı ? Ben geçmişin bedelini mi ödüyorum ? Eğer ben geçmişin bedelini ödüyorsam ki bu böyleyse artık adalet duygumu da sorgulamaya başlayacam ve bu beni daha beter bir bataklığa sürüklüyecek.

    Yazınız için teşekkür eder, sorularımı cevaplamanızı rica ederim.

    Selametle...

    YanıtlaSil
  16. Merak ediyorum da, bir şeyin "ne olmadığını" söylemek de o şeyin sınırsızlığına halel getirmez mi? Ne olmadığını söyleye söyleye (noktaların oluşturduğu doğru parçaları gibi) dıştan bi sınır çizmiş/çizmeye başlamış olmaz mıyız tanrıya?

    YanıtlaSil